İŞ : " ANA SÜTÜ GİBİ TEMİZ TÜRKÜLERİMİZ "

'NOSTALJİ'DEN KALAN YAZILAR

Av.İsmail Şenol'un kaleminden;

' ANA SÜTÜ GİBİ TEMİZ TÜRKÜLERİMİZ '

"......Şairim

Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası

Ayak seslerinden tanırım

Ne zaman bir köy türküsü duysam

Şairliğimden utanırım

....................

Ah bu türküler Türkülerimiz

Ana sütü gibi candan

Ana sütü gibi temiz

Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla

Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. ....."

Türkülere dair düzenlen programların tamamına yakını, Bedri Rahmi Eyüboğlu'na ait "Türküler Dolusu" adlı şiirinin, yukarda alıntılanan kısmı ile başlar. Başlangıçta değilse bile, ilerleyen süreçte mutlaka "mutat" durum gerçekleşir.

Ankara Barosu "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" Etkinlikleri kapsamında, Çankaya Belediyesi Kadın Emekçileri Onuruna düzenlenen Türk Halk Müziği Korosunun, A.Ü.Hukuk Fakültesi Prof. Cemil Birsel salonunda gerçekleşen konserde aynı şiirden alıntı ile başladı.

Başlaması ve devam eden zamanda ve bilhassa birkaç türkünün söz ve söyleyişindeki farklılıklarla birlikte, "ana sütü kadar temiz" türkülerimizin bu aklığını-saflığını, bu doğallığını, katıksız anlamını koruyabiliyor muyuz diye düşünmeye başladım.

Aldığım cevap pek de olumlu değildi.

Önce bu programda gözüme çarpan söz ve söyleyiş farklılıklarına kısaca değinmek istiyorum.

1-Ener Demirbağ'dan alınma "Oy Aşmamlar" adlı, Elazığ türküsü üç arkadaş tarafından, "çok sesli" olarak söylendi. Ezginin marjinal noktaları ile oynanarak yapılan bu tür seslendirmeleri beğenenler olabilir ama, özellikle yöresinden uzaklaşılarak yapılan bu çalışma bana garip geliyor. Kimse kusura bakmasın. Konu türkü, konu halk kültürü olunca "milliyetçi ve muhafazakarlığım" tutuyor benim.

2-Tokat-Sivas yöresinde söylenen bir "ırgat" türküsü var. Burçak tarlası. "Bakın şu adamın kaç tartalı var" cümlesindeki gariban köylü, durduk yerde "deyyus" edilmiş, sütün köpüğü yerine, sütün "kaymağı" yere taşırılmış.

3-Emin Turgay'dan alınma, El Ele Ver Gidek Bürütğana'ya" adlı türkü, Celal Güzelses'e mal edilmiş. Diyarbakır'daki Pürüthana" semti "Baruthane" olmuş. Ama asıl sorun sözlerdeki ikinci tekil şahısla ilgili. Şöyle anlatayım. Türkünün bağlantı kısmında yer alan, "Yeni duydum sevdalısın sevdalı-Şu derdimin dermanısın dermanı" dizelerdeki, sevdalı ve derman sahibi olan ikinci tekil şahıs "san" laştırılmış.

Konser çıkışı bir arkadaşın arabasıyla evimize doğru gidiyoruz. Radyoda türkü programı var. Birkaç türküden sonra, biri pes sesten "huma kuşunu" okuyor. Bir ne duyayım? Muhterem sanatçı "Sen ağlama kara gözler ıslanır" demesin mi!

Bu gibi durumlar beni buluyor herhalde. Diyeceksiniz ki "karagözlerin" ıslanmasında ne var? Ne varına bir bakalım. Göz nedir? Göz, gözedir, kaynaktır. Suyu ürüten yerdir. Suyun kaynağı ıslanır mı? Islanan kirpiktir. Kirpikten damlayan gözyaşı bir anlam ifade eder. Yoksa "yağmur yağdı göl ıslandı" gibi saçma bir sonuca ulaşılır.

Aynı şekilde, sütünde taşanı kaymağı değil, köpüğüdür. Sütün kaymağı, sütün soğumaya başlamasıyla oluşan katı tabakadır. Soğumaya başlayan kaymağın taşması düşünülemez. Sütün taşan kısmı, sütün kaynama sırasında, hava kaparcıklarıyla oluşan köpüğüdür.

Halk müziğinin "çok sesli" söylenmesine tavır alınması yada alınmaması bir tercih meselesidir ve yazının konusu da değildir. Diğer iki farklılıktan yola çıkarak, bunun nedenleri, hangi sonuçlara varıldığı konusunda dilim döndüğünce bir şeyler söylemek istiyorum.

Türkü sözlerinin değiştirilmesi, kavramlarla oynanması genellikle, söyleyenin türkülerde "felsefi" bir boyut aramasından, "beylik söz" söylemenin cazibeliğinden kaynaklanıyor ve maalesef "derin anlatım" içermediğini düşündüğü türkülere de dudak bükülüyor. Ama böylelikle de türkünün bütünsel anlamına aykırı, ne demek istendiği anlaşılamayan durumlarla karşılaşılıyor.

"Atımı bağladım nar ağacına" yerine, "beni götürsünler darağacına", "sılaya gelmeye yemin mi ettin?" yerine, "beni evinize köle mi tuttun" diyebiliyoruz. Sen dar ağacına gitmek istiyorsan git be kardeşim. Can gibi Erzurum türküsünü niye kullanıyorsun? Kendini evin kölesi gibi düşünen bir kadın, yedi yıl koca yolu gözler mi? Oradaki sabrı, sitemkar yakarışı yok edecek şekilde "köleliği" niye türküye katıyorsun. Bu arada üzülerek belirtmeliyim ki TRT son kayıtlarında da bu yanlışlık var.

İşte bu ve benzeri türkü sözleriyle oynanmanın temelinde, türkülerde ideolojik, felsefi yönler aramamız, onları bir köylü türküsü olarak değil de "edebi" bir esermiş gibi algılamamız yatıyor. Hal böyle olunca da "kediyi koydum torbaya", "manda yuva yapmış söğüt dalına" sözlerindeki hicveden manayı, mizahı anlayamıyor, "ne kötü türkü" diye yakınıyor, "imeciler geliyor eli kara kazmalı" türküsünün yanından bile geçemiyoruz. Köy türküsünü oluşturan sebepler ile o köylünün yaşımı hakkında en ufak bir bilgi sahibi olmadan, sırça köşklerde "dağlara" türküler söyleyip duruyoruz. Git dağın kendisinde söyle de görelim!

Halbuki yapılması gereken gayet basit. O da nedir? Zifiri karanlıkta gelen şiirin hasını, ayak seslerinden tanıyacak kadar meziyete sahip şairi, ne zaman bir köy türküsü duysa, şairliğinden utanmaya sevk edecek duyguyu anlayabilmek ve türkülere bu pencereden bakabilmek. İşte o zamanki; "bir daha vurayıdı, nefesim nefesine" sözlerindeki manayı, sevgiliye yaklaşmayı ifadedeki yalınlığı, doğrudan anlatımı kavrayabilmek ve şairi şairliğinden utandıran hassasiyeti anlayabilmek varken, "ne kötü türkü" hükmü ile ancak kendimizi kendimizin propagandasını yapmış oluyoruz.

Gelelim ikinci farklılığın konusu "ikinci tekil şahıs" meselesine.

1970 li yıllarda, halk müziği alanında, önce bir "Güneydoğu Türküleri" furyası başladı. Daha sonra, buna karşılık "Karadeniz Türküleri" adı altında başka bir gurup oluşturuldu ve müzik piyasası bu iki eksen üzerinde oturtulmaya başlanıldı. Birinci gurup için İbrahim Tatlıses (kendisine şifalar dilerim) idol olarak seçildi. İkinci gurup için ise Ümit Tokcan, Kamil Sönmezle başlayan akım İsmail Türüt ile devam etti. Durum böyle olunca birinci gurubun merkezi Urfa'ya ikinci gurubun merkezi de Rize'ye kaydı. Bunun sonucu olarakda Doğu-Güneydoğu türkülerinin hemen hepsini Urfa ağzı ile, Karadeniz türkülerinin hemen hepsini de Rize ağzı ile söylemeye başlandı. Böylelikle de "etek sarı sen etekten sarısın" adlı Malatya türküsünü, Malatyalının hiç söylemediği şekli ile "etek sarı sen etekten sarısan" diye seslendirdik. (Bak bilgisayar bile "sarısan" yazınca kırmızı alarma geçti.) Halkın %80 lik kısmına rağmen horanlarımızı da horonlaştırdık. (Bu arada aklıma gelmişken, müstehcen saymaz iseniz "horana horon diyenin! Rinna rina, rinna rina"...Laf aramızda, müstehcenlik falan da yok. Kazak Apdal deyince iyi de, sıra bize gelince mi kötü? )

Sözü fazla uzattığımın farkındayım. Sonuç olarak; türkü sözleri ile oynamak ve anlamını değiştirmeye çalışmak, türkülere yapılacak en büyük kötülük olduğu gibi, o türküleri oluşturan halka, köylüye de saygısızlıktır. Bugün yapılan en ufak bir değişiklik, en ufak bir oynama daha sonra doğru imiş gibi algılanıyor ve maalesef "bir delinin attığı taşı kırk akıllı" çıkaramıyor. 25.03.2011

Av. İsmail Şenol

www.sebinmedya.com

Yazarı"